Ana içeriğe atla

Şahı Nakşibend Hazretlerinin müritlerden biri Nesef’te bir kimseyle münakaşa eder, o kimsenin kalbini kırar.


Icon Icon
Flash player Yükle
Şahı Nakşibend Hazretlerinin müritlerden biri Nesef’te bir kimseyle münakaşa eder, o kimsenin kalbini kırar. İncinen kişi gerçekten mahzun olur ve sofiye gönül koyar. 

Fakat sofi bu olayı çok ciddiye almaz, işlerine devam eder.

Aradan biraz zaman geçer. Mürid, Şah-ı Nakşibend Hazretlerini ziyaret etmek için Buhara’ya gider. Huzuruna vardığında Şah-ı Nakşibend Hazretleri, sofiye hiç iltifat etmez.
Sofi, bu duruma bir anlam veremese de nefsinde kusur aramaya başlar. “Kim bilir ne kusur işledim de Hace Hazretleri bana böyle muamele etti” diye düşünür. Kendisini kabul etsin, yanlışı neyse kusurlarını hoşgörsün diye, hatırı sayılır dervişlerden aracı olmalarını rica eder. Ancak tüm çabalarına rağmen bir sonuç elde edemez. Sofi üzülür, ne yapacağını bilemez. Kalbini kırmış olduğu kimseyi ise çoktan unutmuştur.

“Dönüp özür dilemedikçe, ben seni kabul etmem”

Ondaki bu çaresizliği gören Hace Hazretleri artık gerekeni söyleme zamanının geldiğini anlar. Müridine şunları söyler:

“Sen, Nesef’te iken falanca kişi ile münakaşa etmiş, o kimsenin kalbini kırmış idin. Buradan Nesef’e geri dönüp kalbini kırmış olduğun kimseden özür dilemedikçe, ben seni kabul etmem, seninle konuşmam.”

Sofi mahcuptur. Ne yapacağını, nasıl özür dileyeceğini, o kişinin gönlünü nasıl alacağını bilemez.

Çevresindeki müridleri, Allah dostu olan Şah-ı Nakşibend Hazretleri’nin, büyüklüğünü bu olayla bir kez daha görmüş olurlar. Hace Hazretleri, kendisine Allah Teala’nın bildirmesiyle müridinin hatasını bilmiştir. Sonrasında ise bu yanlışı gerçekten çok ciddiye almıştır.
Çünkü İslamiyette, özellikle de dervişlik ahlakında kalp kırmak, gönül yıkmak en büyük günahların başında geliyordur. Yunus’un dizelerinde “Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil” denmektedir. Gönül yıkmak, Kabe’yi yıkmaktan daha büyük bir vebal olarak algılanır Nakşibendilikte. Zira Kabe’yi yapan insandır. Oysa gönlü yaratan ve ona değer veren, oraya nazar eden Allah Teala’dır.

Mürid, Hocasının sözü üzerine bu düşünceleri bir bir geçirir hatırından. İçini büyük bir hüzün kaplar. Gönlünde büyük bir sıkıntı ile çaresiz, Nesef’e gider.

Nesef’e vardığında, özür dilemesi gereken kimsenin gönlünü bir türlü yapamaz. Çaresizlik içerisinde her vakit Hace Hazretlerinin yolunu gözler.

Bir gün, içinden bir his ona Şah-ı Nakşibend Hazretleri’nin Nesef’e geleceğini söyler. O gün gönlünde hep bu düşünce vardır. Ve gerçekten de o gün Hace Hazretlerinin Buhara’dan ayrıldığını ve Nesef’e doğru yola çıktığını öğrenir. Bu habere çok sevinir. Zira hala verilen görevi erine getirememiştir. Mürşidinin yardımına ihtiyacı vardır.

''O suçu müridim değil bizzat ben işledim, özrümüzü kabul et''

Şah-ı Nakşibend Hazretleri Nesef şehrine geldiğinde, henüz hiç kimseyle görüşmeden doğruca müridinin kalbini kırmış olduğu kişinin evine gider. O kişiden, sofisi adına özür diler:

“O suçu müridim değil bizzat ben işledim, özrümüzü kabul et” buyurur.
Bunun üzerine, müridin tartıştığı ve kalbini kırmış olduğu kişi çok duygulanır, ağlamaya başlar…

Ve kırgınlığı geçer, sofiyi bağışlar. Kendisi de Hace Hazretlerinin müritleri arasına katılır. Şah-ı Nakşibend Hazretleri’nin Buhara’dan Nesef’e kadar, müminlerden bir eziyeti gidermek için yol kat etmiş olması ve buna benzer incelikleri, onun Allah Resulü’ne (sav) ne denli bağlı olduğunun ve ne kadar kıymetli bir Allah dostu olduğunun inceliklerindendir.

Allah Teala onların şefaatini hepimize nasip etsin (Şah-ı Nakşibend, Semerkand)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir gün Menzile bir hasta getirdiler. Seyda Hz. (k.s.) lerinin evini sordular,

* Bir gün Menzile bir hasta getirdiler. Seyda Hz. (k.s.) lerinin evini sordular, bende camiye gelir oraya götürün dedim. Oldukça halsiz, adeta cansiz bir kişiyi arabadan çikarip camiye götürdüler ve yatirdilar. Seyda Hz.leri (k.s.) geldi, namazini eda ettikten sonra hastanin yanina yaklaşti. Dua okuduktan sonra elini hastanin başina koydu ve ayagina kadar gezdirdi, hasta sahiblerine döndü: " Allah  şifa versin, saglik Allah'tandir, hastalikta. Biz dua ettik, gerisi Allahu Tea-la'nin bilecegi iştir. Bizim elimizde birşey yoktur." diye buyurdu. Bunun üzerine sahibleri hastalarini alarak hiçbir şey demeden ve teybe de almadan gittiler. Ben de içimden kızdım, niçin böyle inançsız kişileri yolluyorlar. Mübareği rahatsız ediyorlar dedim. Bu olaydan 2-3 gün sonra şöyle bir rüya gördüm: Camideyim ayni hasta yatiyor, fakat çenesi aşagi dogru hareket etti, kulagi uzadi ve büyüdü garip bir şekil aldi. Gavs hazretleri de ayakta kibleye karşi duruyordu. Birden Şeyda hazretleri...

Atatürk´ün Şeyh Muhammed Diyaddin KS Hazretlerine gönderdiği Teşekkür Mektubu

Atatürk´ün Şeyh Muhammed Diyaddin KS Hazretlerine  gönderdiği Teşekkür Mektubu Be Makâm-ı Daru’l-Hilâfeti’l-Aliyye Atatürk‘in Şeyh Muhammed Diyauddin Efendi’ye Gönderdiği Mektubun Sûreti: VESİKA 52 13 Ağustos 1335 (1919) Norşinli Meşâyih-i İzâmdan Şeyh Diyauddin Efendi Hazretlerine Fazîletlu Efendim, Zât-ı fâdılânelerinizin Harb-ı Umûmî’nin imtidâdınca Osmanlı Ordusuna îfâ eylemiş olduğunuz hidemât-ı bergüzîdelerine ve makâm-ı muallâ-yı Hilâfet ve Saltanata göstermiş olduğunuz ravâbıt-ı kalbiyelerine yakından muttali’ bulunuyorum. Bu sebeple zât-ı âlinize kalben pek büyük hürmetim vardır. Bugün makâm-ı Hilâfetin, Saltanât-ı Osmâniye’nin ve vatan-ı mukaddesimizin düşmanlarımız tarafından nasıl rencide edilmekte ve vilâyât-ı şarkiyemizin Ermeniler’e hediye edilmesinde ısrar olunmakta olduğu ma’lûm-ı ârifâneleridir. Millete istinad etmeyen İstanbul’daki hükümet-i merkeziye bütün bu düşman taaddileri karşısında âciz ve nâçîz kalarak hukûk-ı millet ve memleketi müdafaa edememekte ol...

Menzil'deki Merkad-ı Şerif'in girişinde, üst kısımda bulunan Lafza-i Celâl

Menzil'deki Merkad-ı  Şerif'in girişinde, üst  kısımda bulunan Lafza-i  Celâl ve Lafza-i Nebî...  İkisi arasında bulunan ise  mübarek Hacerü'l Esved  taşından bir parça...